16 Şubat 2013 Cumartesi

NASIL SU GİBİ İNGİLİZCE KONUŞULUR?
Amsterdam’dan bir arkadaşa ’‘Nasıl oluyor da tüm Hollandalılar su gibi İngilizce konuşuyor?’’ diye sordum. ‘‘Çok basit! Konuşmazsak dünyanın hiçbir yerinde ne yemek sipariş edebiliriz ne de yolumuzu bulabiliriz... Kimse Hollandaca bilmiyor ki!’’ diye cevap verdi. Bu bizim için de aşağı yukarı öyle diye düşündüm; ama Hollanda’da İngilizce konuşanların oranı ve konuşulan İngilizce’nin seviyesi şaşırtıcı derecede yüksekti.
‘‘Peki hangi yaşta ve nasıl öğrendin İngilizceyi’’ diye sorunca arkadaşım uzun bir soluk alıp ‘‘bilmem okulda öğrenmeye başladım, küçüktüm hatırlamıyorum’’ dedi. İçimden bu birinci neden diyerek saymaya başladım. ‘‘Sonra Hollanda’da tüm yabancı filmler İngilizce yayınlanıyor televizyonda, sadece Hollandaca alt yazı ekliyorlar, çeviri yapmıyorlar. Onun da çok faydası oluyor’’ diye ekledi. Neden iki...
‘‘Bir de tabii çocukken okul turlarıyla İngiltere’deki müzeleri gezmeye giderdik. İyi bir pratik imkânıydı bu turlar’’ dedi. Neden üç!
Farkettim ki üç nedenden ikisi pratiğe dayalıydı.
Sonra kendimi düşündüm. 10 yaşında kolejde İngilizce öğrenmeye başlamış, lisede devlet okuluna geçince bildiklerimi unutmamak için ayrıca İngilizce kursuna yazılmıştım. Hatta 18 yaşında 15 günlüğüne İngiltere’ye gitmiştim. Yine de 23 yaşında Londra’ya okumaya geldiğimde İngilizcem hiçbir Hollandalı kadar iyi değildi. Gramerim Upper-Intermediate ya da Advanced çıkıyor ve hocalarım ekstra ders almama gerek olmadığını söylüyordu; ancak aksan problemlerinden dolayı insanlar beni, ben de insanları anlamakta zorlanıyordum.
Şimdi ise Hollandalı arkadaşım bana ‘‘sen burda büyüdün ama değil mi?’’ diye soruyordu. Tüm turistler beni peynir beyazı olmayan tenime rağmen İngiliz sanıyor, Türkler İngilizce konuşunca Türk olduğumu anlamıyordu. Nereden ve ne çabuk kapmıştım bu aksanı? Burada 25 yıldır yaşayan, elinde İngiliz pasaportuyla gezinen ama tek kelime İngilizce bilmeyen Türkler de vardı. Nedendi bu fark?
Düşününce, cevabı yine o üçte ikilik kısımda buldum: Pratik!
‘Dil yerinde öğrenilir!’ sözü çok doğru ama tam değildi. Londra’da koleje ilk başladığımda Film ve Medya Bölümü’ndeki tek Türk bendim. Sınıfımızda da tek bir İngiliz vardı. Geri kalanlar ya Uzak Doğulu ya da Hintliydi ve de kendi aralarında gruplaşmayı tercih ediyorlardı. Ben de bu İngiliz arkadaş ve de Hintliler grubuna katılmak istemeyen bir Hintli çocukla zaman geçirmeye başladım. Tek ortak noktamız hepimizin Londra’ya yeni olmasıydı. Farkımız ise İngilizce seviyelerimizdi. Aralarında en kötü İngilizce de benimkiydi.
Dediklerinin çoğunu anlıyor ama istediğim hızda ve şekilde cevap veremiyordum. Sanki dilsizmişim gibi hissediyor, sohbetlere tam katılamamnın sinir bozucu eksikliğini yaşıyordum. Emindim ki eğer herkes yazarak konuşsaydı herşeyi anlayacaktım, ama aksan farkları beni çaresiz bırakıyordu. O zamanlar bu durumun bugünler için en iyi yatırım olduğunu bilmiyordum.
Okulda işletme, iktisat ve pazarlama bölümlerinde okuyan 8-10 Türk kız vardı. Her cumartesi kafeteryada buluşurlar saatlerce Türkçe sohbet ederlerdi. Türklerle zaman geçireceksem İngiltere’de olmanın manâsı ne diye düşünüp, Londra’da kalacağım süreden tam olarak faydalanmaya karar verdim ve onlara katılmadım. Yerine, İngilizcesini sırf benim değil İngiliz arkadaşın da zor anladığı fotoğrafçılık hocasının tekrar dersine giriyordum.
Zamanla tüm arkadaşlarım ya İngiliz ya da hayatının çoğunu İngiltere’de yaşamış yabancılardan olmaya başladı. Tanıdığım Türkler zaten Türkiye’ye geri dönüş yapıyordu.
İngilizcesi çok iyi olan insanlarla sürekli vakit geçirmenin dil öğrenmedeki avantajını bugün görüyorum ama dezavantjları da zamanında az değildi. Grupta İngilizcesi en kötü olan hep ben oluyordum. Yapılan esprileri çoğu kez kaçırıyordum ve İngilizcem hiç gelişmiyormuş gibi geliyordu.
Pes etmek yerine yanlış yaptığımda beni düzeltmelerini istedim. Elimde İngilizce telaffuz kitapları fonetik alfabeyi öğrendim.
Bugün benden daha çok yurtdışında kalmış birçok kişiden daha iyi İngilizce konuşabiliyorum. Sürekli bana soruyorlar: ‘‘Nasıl yaptın?’’. ‘‘Pratikle’’ deyince de inanmak istemiyorlar; çünkü onlara fazlasıyla basit bir cevapmış gibi geliyor. İşin doğrusu hiç de basit bir süreç değil ama denemedikleri için bilmiyorlar.
İngilizceyle haşır neşir olanlar bilir. İngilizceyi zor yapan gramatik yapısı değil, sonsuz kelime sayısı ve ‘hello’ bile deyince sizi ele veren aksan farklılığıdır. Yoda yürüyen ve doğru aksanla konuşan İngilizlerin çoğu, proficiency (uzman) seviyesinde gramer bilmemekte, kendileri hatalar yapmaktadır. Onların avantajı doğru aksan kullanmalarıdır. O yüzden en üst seviyede İngilizce bilip de doğru düzgün konuşamamaktansa, orta seviye de İngilizce bilip iyi bir aksanla konuşmanız daha önemli.
Aksan nasıl mı düzeltilir? Pratikle!
Gerek Türkiye’de gerekse yurtdışıdayken yabancı arkadaşlar edinin, yabancı radyo kanallarını dinleyin ve yabancı filmleri İngilizce olarak, Türkçe altyazıyla izleyin.
Yazar: Sinem Ersever
Kaynak: www.kigem.com

YABANCI DİLİN DİKENLİ YOLLARI!

Yabancı dil öğrenirken, birçok dikenli yoldan geçeceksin...
1- Bunların ilki; işi başaramayanların olumsuz yorumları...
İlk yapacağın iş, olumsuz yorumlar yapanların sözlerine kulak asmamak. Bu işi başaracağına inanıp, asla pes etmemek.
2-Dil öğrenmek için, bir kursa veya derse gitmen gerekecek. Günümüzün koşullarında buna zaman ayırmak, kolay değil... Kursa gittiğinde yorgun olabilirsin, ama bu işi yapmaya azimliysen, konsantre olman imkansız değildir.
Sakın tembellik edip, bugün yarın deme!!! Hayatında ve kariyerinde başarılı olmak için, en az bir veya birkaç dilin gerekli olduğunu unutma!!!
Yabancı dilde, seviyeni belirledikten, bu dili nasıl öğreneceğini ve en önemlisi, bunun sana sağlayacağı faydaları bildikten, başaracağına inandıktan sonra, neden hala vakit kaybedesin ki???
Haydi; hemen kolları sıva...
3-Dil öğrenmek isterken; önüne parasal sorunlar çıkabilir. Ülkemizde, lise ve üniversite eğitimine burs verildiği halde, yabancı dil bursu pek verilmiyor. Ancak dil okulları, anlaşma ile toplu indirimler yapabiliyorlar. Eğer bir firmada çalışıyorsan ve senin gibi dil öğrenmek isteyen başka kişiler de varsa, onlarla birlikte, insan kaynaklarından da, böyle bir talepte bulunabilirisin.
4-Dil öğrenirken karşılaşabileceğin önemli bir sorun da, o güne kadar alışkanlık edindiğin yanlış çalışma metodlarıdır. Örneğin: türkçe düşünmek, sadece ezberlemek, hiç yazılı çalışmamak gibi... Eğer böyle bir alışkanlığın varsa, hemen söylediklerimize kulak ver ve lisan öğrenme yolunda motivasyonunu kaybetme...!!!
Yoksa sen hep türkçe mi düşünüyorsun?
Lisan öğrenirken türkçe düşünürsen işin zor...
Bu yapacağın en büyük hatalardan biri...
Çünkü Türkçe, Avrupa dillerinin tam tersi bir cümle yapısına sahip ve Türkçe düşünmek seni yavaşlatır.
Hele ara verirsen yandın!!!...
5-Dil için en zararlı unsurlardan biri ara vermektir.
Eğer mecburiyetten ara vermişsen, diyeceğimiz birşey yok... Amaaa!!! Eğer ki tembellikten pratik yapmaya ara veriyorsan, vay haline... Boş yere, öğrendiğin şeyleri unutup, tekrarlamak için zaman harcayacaksın...
6-Dili öğrenirken yapacağın en büyük hatalardan biri de, hep kurallar üzerinde durup, gramerle sınırlı kalmak, pratik yapmamak olacaktır.
Belli bir zaman gramer hakimiyetini kazandıktan sonra, kelime öğrenip, gramer kurallarını metin içerisinde izlemek ve aynı kuralı otomatik olarak kullanma yoluna gitmek, senin için büyük kolaylık sağlayacaktır.
Ezbercilik yok!!!
7-Sadece kelime ezberlemek de, seni bir sonuca ulaştırmaz. Mühim olan, öğrendiğin kelimeleri cümle içinde kullanmaktır.
Yakın arkadaşla oturmak!!!
Kursa gittiğinde, yakın bir arkadaşınla oturma!!! Birbirinizle konuşup dikkatinizi dağıtırsınız ve derslerden yeterince yarar sağlayamazsınız.
Öğretmen seçimi...
Öğretmen seçimi de lisan öğrenirken çok önemlidir. Öğretmenini seçerken, dikkat edeceğin en önemli şey: senin ihtiyacını tam karşılayabilecek mi? Seninle iletişimi nasıl? Onu anlayabiliyor musun?
Bu kişi başkaları için mükemmel bir eğitimci olabilir ama, bu durum senin için geçerli olmayabilir. İleride problem çıkacağına, baştan önlemini alman, çok daha iyi olur.
http://www.kigem.com/selfdevelopment/
Yazar: exi26 kurumsal metin
Kaynak: http://www.exi26.com/

YABANCI DİLİ NASIL ÖĞRENMELİ?

NASIL SU GİBİ İNGİLİZCE KONUŞULUR?
Amsterdam’dan bir arkadaşa ’‘Nasıl oluyor da tüm Hollandalılar su gibi İngilizce konuşuyor?’’ diye sordum. ‘‘Çok basit! Konuşmazsak dünyanın hiçbir yerinde ne yemek sipariş edebiliriz ne de yolumuzu bulabiliriz... Kimse Hollandaca bilmiyor ki!’’ diye cevap verdi. Bu bizim için de aşağı yukarı öyle diye düşündüm; ama Hollanda’da İngilizce konuşanların oranı ve konuşulan İngilizce’nin seviyesi şaşırtıcı derecede yüksekti.

‘‘Peki hangi yaşta ve nasıl öğrendin İngilizceyi’’ diye sorunca arkadaşım uzun bir soluk alıp ‘‘bilmem okulda öğrenmeye başladım, küçüktüm hatırlamıyorum’’ dedi. İçimden bu birinci neden diyerek saymaya başladım.

‘‘Sonra Hollanda’da tüm yabancı filmler İngilizce yayınlanıyor televizyonda, sadece Hollandaca alt yazı ekliyorlar, çeviri yapmıyorlar. Onun da çok faydası oluyor’’ diye ekledi. Neden iki...

‘‘Bir de tabii çocukken okul turlarıyla İngiltere’deki müzeleri gezmeye giderdik. İyi bir pratik imkânıydı bu turlar’’ dedi. Neden üç!

Farkettim ki üç nedenden ikisi pratiğe dayalıydı.

Sonra kendimi düşündüm. 10 yaşında kolejde İngilizce öğrenmeye başlamış, lisede devlet okuluna geçince bildiklerimi unutmamak için ayrıca İngilizce kursuna yazılmıştım. Hatta 18 yaşında 15 günlüğüne İngiltere’ye gitmiştim. Yine de 23 yaşında Londra’ya okumaya geldiğimde İngilizcem hiçbir Hollandalı kadar iyi değildi. Gramerim Upper-Intermediate ya da Advanced çıkıyor ve hocalarım ekstra ders almama gerek olmadığını söylüyordu; ancak aksan problemlerinden dolayı insanlar beni, ben de insanları anlamakta zorlanıyordum.
Şimdi ise Hollandalı arkadaşım bana ‘‘sen burda büyüdün ama değil mi?’’ diye soruyordu. Tüm turistler beni peynir beyazı olmayan tenime rağmen İngiliz sanıyor, Türkler İngilizce konuşunca Türk olduğumu anlamıyordu. Nereden ve ne çabuk kapmıştım bu aksanı? Burada 25 yıldır yaşayan, elinde İngiliz pasaportuyla gezinen ama tek kelime İngilizce bilmeyen Türkler de vardı. Nedendi bu fark?
Düşününce, cevabı yine o üçte ikilik kısımda buldum: Pratik!

‘Dil yerinde öğrenilir!’ sözü çok doğru ama tam değildi. Londra’da koleje ilk başladığımda Film ve Medya Bölümü’ndeki tek Türk bendim. Sınıfımızda da tek bir İngiliz vardı. Geri kalanlar ya Uzak Doğulu ya da Hintliydi ve de kendi aralarında gruplaşmayı tercih ediyorlardı. Ben de bu İngiliz arkadaş ve de Hintliler grubuna katılmak istemeyen bir Hintli çocukla zaman geçirmeye başladım. Tek ortak noktamız hepimizin Londra’ya yeni olmasıydı. Farkımız ise İngilizce seviyelerimizdi. Aralarında en kötü İngilizce de benimkiydi.
Dediklerinin çoğunu anlıyor ama istediğim hızda ve şekilde cevap veremiyordum. Sanki dilsizmişim gibi hissediyor, sohbetlere tam katılamamnın sinir bozucu eksikliğini yaşıyordum. Emindim ki eğer herkes yazarak konuşsaydı herşeyi anlayacaktım, ama aksan farkları beni çaresiz bırakıyordu. O zamanlar bu durumun bugünler için en iyi yatırım olduğunu bilmiyordum.

Okulda işletme, iktisat ve pazarlama bölümlerinde okuyan 8-10 Türk kız vardı. Her cumartesi kafeteryada buluşurlar saatlerce Türkçe sohbet ederlerdi. Türklerle zaman geçireceksem İngiltere’de olmanın manâsı ne diye düşünüp, Londra’da kalacağım süreden tam olarak faydalanmaya karar verdim ve onlara katılmadım. Yerine, İngilizcesini sırf benim değil İngiliz arkadaşın da zor anladığı fotoğrafçılık hocasının tekrar dersine giriyordum.

Zamanla tüm arkadaşlarım ya İngiliz ya da hayatının çoğunu İngiltere’de yaşamış yabancılardan olmaya başladı. Tanıdığım Türkler zaten Türkiye’ye geri dönüş yapıyordu.

İngilizcesi çok iyi olan insanlarla sürekli vakit geçirmenin dil öğrenmedeki avantajını bugün görüyorum ama dezavantjları da zamanında az değildi. Grupta İngilizcesi en kötü olan hep ben oluyordum. Yapılan esprileri çoğu kez kaçırıyordum ve İngilizcem hiç gelişmiyormuş gibi geliyordu.
Pes etmek yerine yanlış yaptığımda beni düzeltmelerini istedim. Elimde İngilizce telaffuz kitapları fonetik alfabeyi öğrendim.

Bugün benden daha çok yurtdışında kalmış birçok kişiden daha iyi İngilizce konuşabiliyorum. Sürekli bana soruyorlar: ‘‘Nasıl yaptın?’’. ‘‘Pratikle’’ deyince de inanmak istemiyorlar; çünkü onlara fazlasıyla basit bir cevapmış gibi geliyor. İşin doğrusu hiç de basit bir süreç değil ama denemedikleri için bilmiyorlar.
İngilizceyle haşır neşir olanlar bilir. İngilizceyi zor yapan gramatik yapısı değil, sonsuz kelime sayısı ve ‘hello’ bile deyince sizi ele veren aksan farklılığıdır.  

Yolda yürüyen ve doğru aksanla konuşan İngilizlerin çoğu, proficiency (uzman) seviyesinde gramer bilmemekte, kendileri hatalar yapmaktadır. 
Onların avantajı doğru aksan kullanmalarıdır. 
O yüzden en üst seviyede İngilizce bilip de doğru düzgün konuşamamaktansa, orta seviye de İngilizce bilip iyi bir aksanla konuşmanız daha önemli.
Aksan nasıl mı düzeltilir? Pratikle!
Gerek Türkiye’de gerekse yurtdışıdayken yabancı arkadaşlar edinin, yabancı radyo kanallarını dinleyin ve yabancı filmleri İngilizce olarak, Türkçe altyazıyla izleyin.
Yazar: Sinem Ersever
Kaynak: www.kigem.com

BİZ TÜRKLER NEDEN YABANCI DİLLERİ DAHA KOLAY ÖĞRENEBİLİRİZ ...

Nüvide Gültunca Tulgar
aysenuvidem@e-kolay.net
Yabancı dil öğrenmek gerçekten kişisel gelişimin olmazsa olmazları arasında. özellikle internet gibi bir bilgi okyanusu elimizin altındayken, sadece Türkçe sayfalarla sınırlı kalmak haksızlık olur değil mi...
Şimdi size iyi bir haber vereceğim. Biz Türkler yabancı dile karşı gerçekten yetenekliyiz. Tatil yörelerindeki satıcıları göz önüne getirin her biri turistlerle sıkı pazarlık edecek kadar en az 4 dilde konuşmaya çalışırlar. peki bu nereden kaynaklanıyor...
Az duyulmuş bir ismim olduğunu biliyorum,özellikle İtalya''''da yaşarken bunun sıkıntısını çok çektim. Çünkü İtalyanlar "ö", "ü" seslerini çıkartamıyorlar. Alfabelerinde "h" harfi olmasına rağmen "h" sesi yok. İtalyan lisesinde okurken ise bu sıkıntım devam etti. Ne zaman İtalyan hocalarımız sözlü yapacak olsalar defteri açar oradan bir isim söylerlerdi, ismi söylemeye zorlandıklarını görünce ben olduğumu anlardım çünkü sadece adımda değil soyadımda da "ü" sesi vardı. Biz gençler yeni gelen hocalarımıza "Eminönü" dedirtmeye çalışırdık, Muzurluk işte... 
6 yılda bir tane söyleyebilen çıkmadı.

Bu anlattıklarımdan anlaşılacağı gibi Türkçe her ne kadar "fakir bir dil" olduğu söylenerek haksızlığa uğrasa da, dilimizde tüm sesler var. 
Bu nedenle hangi dil olursa olsun telaffuz edebilmekte zorlanmıyoruz.
Bu büyük bir avantaj... bunun ne anlama geldiğini iyice anlamak isterseniz bir İtalyan''''a "eminönü" dedirtmeye çalışın, anlayacaksınız.

Yabancı dillerle Türkçe arasındaki en önemli fark ise sentaks''''da ortaya çıkıyor. İngilizce''''de, İtalyanca''''da, Fransızca''''da ve diğer pek çok Avrupa dilinde söz dizimi Türkçe''''nin tersidir.
Onlarda fiil cümlenin başında gelir biz de ise sonunda.
Bu durum ise simültane çevirilerde çok sorun yaratır.

İlginç olan ise şu, batı dillerinin kökeni olan Latince''''de söz dizimi Türkçe''''dekinin aynısıdır. Özne, eylem, zamir hepsi cümle içinde aynı yerde yer alırlar.

Bitmedi, batı Avrupa dillerinde fiil zamanları "yardımcı filler" kullanılarak belirtilir. Yani her fiili çekmeye gerek yoktur. Örneğin İngilize için "To be" ve "To have", İtalyanca için ise "essere" ve "avere" fiillerinin çekimlerini bilmek yeterlidir.
Peki elin oğlu sadece yardımcı fiillerle işi götürürken biz ne yapıyoruz. Ekleri fiillerin arkasına ekliyoruz.
Örneğin: gerçekleşti-re-bi-le-cek-miy-di
açılacak-lar-dan-mı-dır
gibi her durum için ayrı ekler kullanırız. Kısaca el oğlu biraz tembelliğe ve kolaylığa alışmış. Oysa biz aslında ne kadar zor bir dili konuşabildiğimizin farkında değiliz. İnanın bana Türkçe hakimiyeti olan biri için yabancı dil öğrenmek o kadar kolay ki... Lise mezunu birinin ilkokul sınavlarına girmesi gibi..
Öncelikle bunu bilin ve buna inanın. Yabancı dil öğrenmeyi hiç gözünüzde büyütmeyin. Siz çok daha zor bir dil kullanan, akıllı insanlarsınız.

Bunları algılayabilmem için Latince okumam gerekti. 4 yıl boyunca haftada 6 saat... İlk zamanlarda söylenir dururdum. O kadar zordu ki... Bu ölü dil benim ne işime yarayacak diye düşünürdüm. Çocukluk işte... Yıllar sonra anlıyorum faydalarını... Öyle ki Romanya''''da yaşadığım kısa dönemde 1 ay içinde Romence konuşmaya başlamıştım. Latince''''nin en bozulmamış şekliymiş meğer...

Latince özellikle ortaçağda bilim dili olarak evrensel olarak kullanılmış. Elbette bunun çok özel bir nedeni var o da şu... Latince kelime ve kavram açısından dünyanın en zengin dili. Nasıl biz bazen "Türkçe çok elastik bir dil" deriz. Bir kelime pek çok yere çekilebilir çünkü. Komedyenler dildeki bu zaafiyet üzerine skeçler yazarlar, güleriz. Oysa Latince''''de bir kelime ne ise odur. Yani bir kavram sadece bir tek şeyi anlatır. Başka bir yere çekemezsiniz başka anlamı yoktur çünkü. Tuğladan örülü bir duvarı gözünüzün önüne getirin. Her bir tuğla bir kelimedir. Yeri o kadar nettir. Bu nedenle ortaçağda bilimin, sanatın, edebiyatın, tıbbın ortak dili olan Latince zaman içinde gelişip değişerek bugünkü dilleri doğurmuştur.
Bugün Latince sadece Katolik kilisesinin resmi dilidir. Onu dışında konuşulmaz sadece çevirilerde araştırmalarda kullanılır.
Latince''''nin fiil çekimleri Türkçe''''dekiyle bire bir aynı şekildedir. Bunu anlamanız için size 3 dilden de örnek vereceğim. Çok basit bir fiili örnek alacağım.
Görmek fiili:
İngilizce
I saw
You saw
She/he saw
We saw
You saw
They saw
Türkçe
gördüm
gördün
gördü
gördük
gördünüz
gördüler
Latince
vidi
vidisti
vidit
vidimus
vidistis
viderunt
Latince en zor dillerden biridir. Türkler için kolay. Çünkü arkadaşlar siz dünyanın en zor dillerinden birini biliyorsunuz. Öğrenemeyeceğiniz dil yok.
Tabii Çince ve Japonca gibi uzakdoğu dillerini muaf tutuyorum. Neden mi ?
Henüz lisedeyken Fransızca öğrenemeye karar verdim. İtalyanca bilen birinin Fransızca öğrenmesi çok kolaydır çünkü, ya da İspanyolca... 3 ders aldıktan sonra gördüm ki heyecan duymuyorum. Çünkü herşey aynı yani benim gibi zorlukları seven biri için İngilizce deyimiyle "challenge" yok. Bıraktım... Şimdiler de bir dil daha öğrenmeyi düşünüyorum. Ama bu kez Çince olmalı. Ne de olsa iki kutuplu dünyada Çin artık önemli bir güç.
İnanın bana Çince öğrenenler için ileride gelecek var. Ne dersiniz... denemeye değmez mi ? Ne de olsa Biz Türkler zorlukları severiz...